2 Mayıs 2013 Perşembe

YİNE YAZ GELDİ, YİNE TUTUŞTUM TABİ BEN. KOŞ KUĞU KOOOŞŞŞŞ!!!!




Niye bu kadar ara verdim, özrüm nedir , kabahatimden büyük müdür, bu sefer ne enteresanlıkla açacağım başınıza? Bunların hepsinin cevabını vermeye hazırım, vereceğim de söz. Şimdi işin ortasından dalayım ben, önümüzdeki günlerde başını sonunu detaylı anlatacağım.

Yine yaz geldi yine tutuştum tabi ben.


Yıllarca aynı masal. 
Ver al kiloları ver al.


Arkadaşım bir insanın kaç beden kot pantolonu olabilir. Kaç kişi yaşıyor bünyende; 8 mi, 9 mu? Bu kadar kıyafetin varken neden her gün neredeyse aynı şeyleri giyiyorsun? Hayatında ki istikrarı bedeninde nasıl sağlayamazsın? Yo-yo dedikleri şey; tam olarak benim ruh halimin bedenime yansıması ve sonucunda ortaya çıkan görüntü. Sağlayamıyorum işte, yetilerim bozuk, hatalı kodlama, genetiğim sıkıntılı. Evet yaptım dukanı ohh mis, yemedim yedirdim içmedim içirdim. Baya uğraştım. Kilo da verdim. Hatta bahsettiğim o ilk zamanlarıma geri döneceğime kendimi oldukça inandırmıştım. İyi de gidiyordum. Çevremdekileri etkiliyor onların da zayıflamasını sağlıyordum. Bildiğin tarikatımsı bir hale gelmişti sağlıklı beslenme durumumuz. Proteine boğdum kendimi ama işin sonunda yine fayda etmedi. 




Sorun Dukan, Karatay, Atkins, İsveç, o, bu değil ki; sorun bildiğin benim kafamın içinde, pes etmemi ya da vazgeçmemi sağlayarak başa dönmeme sebep olan o mekanizmada.
Yedim arkadaş, itiraf etmem lazım hem de ne yemek ne yemek, utanç tablosuydu masadaki o hallerim. Su bile yarayanlardan değilim ben. Suyun içine bal atarsan yarar tabi Bıdığım. Ben gönüllü obezlerdendim. Cheesecake yedim, küşleme yedim, ezogelin, dondurma, çilek, çikolata, noodle, imambayıldı, perde pilavı, paçanga böreği hatta kahve zincirlerindeki tüm tatlılardan yedim. Yemeden alınmaz zaten kilolar gerisin geri, bende ayıp olmasın dedim hepsinden yedim. Ama sonuç? Geldik mayıs ayına, denize girmeye kalmış 2 ya da en fazla 2,5 ay.



Noldu tombikkkk, şiştin mii?



Şiştim valla hem de ne şişmek. Parmaklarım dolma gibi oldu. Ama yaprak değil bildiğin biber dolması gibi. Selülit desen ohh gırla birde üzerine yıllardır en sağlam yerimde, bacaklarda dalgalanmalar. Atlas okyanusuna rakibiz. Ama nasıl oldu tüm bunlar bende anlamadım. Bir anda kaçıyor ipin ucu. Verirken ki beden farkındalığın, alırken bir anda kayboluyor. Sanki şuurun gitmiş, orta dünyaya göç etmişsin gibi bir anda vuruyor gerçek beynine. Tamam, anladım arkadaş ilk 3 kiloyu bıraktığım ilk ay aldım ama geri kalan 10 kiloyu ne zaman aldım. Vallahi hiç fark etmedim yahuuuu. Fark etmezsin tabi, bir elinde ekmek diğer elinde kaşık, kafanda ‘akşama ne yesek?’ sorusu ile bırak kilo aydığını dünya yansa fark etmezsin.




Doğrudur, kışın kendimizi uykuya alıp yiyenlerimiz var. Böyle bir grup var gerçekten, şaka falan değil. Yemeğe gömülen, her stres anında bir şeyler tıkınan, küstah mevzular karşısında susmak için ağzına ekmek sokuşturan ve boş anında bir porsiyon tatlı düşleyerek gri günlerde enerji toplayan bir insan tipinden bahsediyorum. Onlardan biri benim. Birden çoğu da siz olabilirsiniz. Her sorunu bedenine bağlayan, bağladıkça başka sorunlar yaşayan, yaşadıkça sorunlardan darılan küsen, kızan kendine asabiyet yapıp daha çok kilo alan aldıkça…. O kadar kısır bir döngüdür ki o muhtemelen bir tek kendi derdinden kendinin anladığını düşünür, haline yanar durursun. Tüm dünyanın sıkıntıları tepene binmiştir ve maalesef yalnız kalmışsındır ayna karşısında. Ama işin aslı öyle değil. Ne yalnızsın, ne anlaşılmazsın ne de bu durumu yaşayan bir tek sen varsın. Kıçını kaldıracak şevki ve heyecanı yitirdiysen doğru yerdesin anacım. Zira burası miskinler kulübüne döndü iyice. Yiyip uyusak birde arada uyanıp tekrar yiyip ‘uyusak’çıların genel halidir bu, ki bende onlardan biriyim. Beklide bu durumda bir tek ben kaldım =) Ne de olsa böyle düşünmek daha kolay.



Ta ki bahsedeceğim ana kadar. Bir şey indi kafama, vazgeçtim savaşmaktan. Barış istediğime karar verdim. Barışın tek yolunun farklı düşünmek, başka açılardan da bakabilmeyi öğrenmek olduğunu anladım (politik bir mesaj içerir belki, nereye çekersen). İşte bu süreçle döndüm bloğuma. Çünkü biliyorum kelebek etkisidir değişim. Kendinden başka birçok insanı etkileyebilir ve evrene bir fayda sağlayabilirsin.




Henüz bu enteresan dönüşümün nasıl başladığından, nasıl bıçağın kemiğe dayandığından bahsedip salya sümük klavyeyi bozmanıza izin vermeyeceğim, sadece bu bir maraton değil, uzun atlama koşusu hiç değil. Bu bir dönüşüm ve değişim. Sihirli değnek var ya hani, işte biraz o mevzu ama değnek senin elinde. Heyecanlanma henüz görmüyorsun ama gördüğünde şaşıracağına iddiaya varım. Yapmakta olduğum birbirinden farklı yöntemleri ve ipuçlarını paylaşacağım. Bu benim de değişimim çünkü. Bir kişinin zincirden ayrılması tüm döngüyü kırar. Olaya biraz uzaklaşarak bakmayı, sahiplenmeden başkasının sorunuymuşçasına analiz etmeyi ve farklı düşüncelere açık olabilmeyi öğrenmeden değişmen gerektiği kararını veremiyorsun. Sadece kalıplarla toplu bir değişim yaşanamıyor; yemeği kes, sabahları yürüyüş yap, 2 lt su iç, kendini sev. Tamam, cicim bir ara görürsem kendimi iletirim. Şu anda muhtemelen dinleniyordur çünkü. Biliyorum ki işler böyle yürümüyor, yürüse bile alacağı mesafe sadece o ilk pazartesi. Sıkılıyor, vazgeçiyor ve daha kötü sonuçlanacak bir döngü içine düşüveriyorsun. Ama bu artık değişiyor. 



Nasıl mı?  

Birlikte! 

Yalnız değilsin ve değişen sadece sen olmayacaksın. Seninle birlikte bedenin, çevren, yaşadıkların ve yaşadıklarına olan bakış açın da değişecek.



O zaman ne yapıyoruz? 

Kemerleri sıkıca bağlıyoruz ve döne döne değişmeye başlıyoruz.




Hazır mısın?










...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder