5 Aralık 2013 Perşembe

YORGAN ALTINDA GİZLİ GİZLİ AĞLAYAN KUĞULARA ÖZEL


Bugün doktoruma gittim. Bütün hafta dikkat ederek ve verilen programa uyarak geçse bile içeriye girince sanki tüm o hırsı yapan ben değilmişim, hiç kilo verememişim, doktora rezil olacakmışım, hevesim kırılacakmış gibi stres yaptım. Aslında kendime inanıyordum ama geçmiş yaşanmışlıkların öğretileri olunca aklıma mıhlananı kazımak pek kolay olmuyor. Ben tartıya çıkarken bir telaş bir evham, neyse ki sonuç hiç hüsran olmadı. 1kg yağ kaybetmiş olduğumu ve numerik ölçülerde de küçüldüğümü öğrendim. Aslolan yağ kaybetmek ve mezuradaki ölçülerin değişmesiymiş. Yani evdeki tartının yanına bir de mezura koyun bence.

Bu hafta aslında çok kolay geçmedi benim için. Kendine inanma çalışmaları yapıp üzerine şevkini kıracak tavırlar görünce, insan vize sınavına giriyormuş gibi bir hisse kapılıyor.

Biz doğuştan tombiklerin minik bir kusuru vardır, genelde yani istisnaları dışarıda tutuyorum, onay ve kabul görme ihtiyacı. İnsanların başardıklarını onaylamak ve takdir etmek elbette doğal bir işleyiş ancak kişi kendini (bedenini, hayatını, başarılarını, vb.) kabul etmiyor, yeterli görmüyor veya beğenmiyorsa ki bunu illa bilinçli yapmasına da gerek yok, başkaları tarafından onaylanma ihtiyacı beliriyor. Yapmıyor muyuz bu hatayı kendimize? Reddetmiyor muyuz varlığımızı?




Haftalarca kendini sıkıp rejim yapıyor ama aynada hala aynı kişiyi gördüğüne inanıyor. Ne zaman biri çıkıp 'Zayıfladın mı sen? Yüzün bir küçülmüş.' derse mutlu oluyor, heyecanlanıyor ve başardığını hissediyor. O ana kadar; gece uyumadan önce ağlayan, acıktığında kendine kızan, kaçamak yaptığında inancı parça pinçik olan, mağazalara girmeye çekinen girse de deneme kabininden burnunun ucunu çıkarmadan kan ter içinde kıyafet deneyen, bir program yapıldığında ilk aklına 'Ne giyeceğim ki şimdi bu halde' sorusu gelen, otururken göbeğini çantayla kapatan ve bu yüzden hiç sandalyede arkasına yaslanarak rahatça oturamayan, yandan geçen ince kişinin öz güvenine hayran kalan ama bunu kendini eze eze yapan, sevilmediğine sadece formda bedenlerin sevildiği bir zamanda yaşadığına ve hiç sevilmeyeceğine inanan, topuklu ayakkabı giymeyi özleyen ama bilekleri dayanmayan, vicdan azabı çekmeden yemeğe gitmeyi keyif almayı bilmeyen, yolda yürürken vitrindeki yansımasını bir yabancı gibi karşılayan tanımamazlıktan gelen sanki 'O' değilmiş gibi olur.

Biri onaylayınca, takdir edince değerlenir her şey. Hep başkasının onayı gerekir hayata devam etmek için. O onay kesilince hayat bir saç&baş kavgasına evrilir; kısır döngü, vicdan azabı, mutsuzluk.





Kabul görmeden önce kabul etmek, sevilmeden önce sevmek gerekli oysa o zincirde. Mutsuz olup başkasını 'gerçekten' mutlu edebilir mi? Başarmadan 'başarıyı' başkalarına aşılayabilir mi?

Ben bu hafta çok mücadele ettim, yediklerime bakan, selülit kremi tavsiye eden (tavsiye istememiştim oysa), hissettiklerimi anlamadan akıl veren ve bu süreçte nedense kendini, yeme sistemini, vücudunu öven ve destek'Miş' gibi (destekte istememiştim oysa) yapan oysa kırıp döken onca tavra rağmen bırakmadım. Kaçamak yapmadım. Aynada uzun uzun baktım kendime tanıdım. Çünkü kabul ettim. Şu anda istediğim gibi bir bedende oluyorum, henüz oluyorum ve sadece ben yardım edip onaylayabilirim kendimi.



Sevgiler

1 yorum:

  1. HÜLYA:
    Yazın çok güzeldi. Paylaşım için teşekkürler...

    YanıtlaSil