Kabul ediyorum, komik bir bebekmişim. Kocaman parlak yanaklar var ama göz yok, burun yok, dudak yok tabi o tombiklikte. Annem de sağolsun ne kadar fiyonk renk fırfır varsa giydirirmiş. Tam bir pasta görüntüsü. Bu durum teyzeler halalar için çok iştah kabartıcıydı. O dönemde boğumlarım şirin mi şirin, göbeğimdeki katlar şekarpare olarak nitelendiriliyordu. Tabi sonsuza kadar böyle devam etmedi. Bir anda kararlarını değiştirip size çok fena çalım atıyorlar. 'Bak bak hala çok sevimli değil mi yanaklarım?' diye kabul görmeye çalışıyorsun ama yemezler cicim, o yanakların süre limiti var. 15 olduğun gün süre doluyor ve artık şirin değil fazla oluyorlar. Her fazlalık gibi göze batıyorlar. Ee hani şirindim, sevimliydim, benim gibi çocuk yoktu? N'oldu? Ben söyliyeyim ne oldu; büyüdün, genç kız oldun ve artık çocuk şirinliliğin yok. Evet işte o şirinlikti boğumlarını yanaklarını lezzetli kılan. Şimdi acı biber, fazla kaçmış tuz oldular iyi mi.
Neyse, dedim ya suçu başkasına yıkmak işleri kolaylaştırsa da gerçeği değiştirmez. Zaten herkesin bir fikri ve yargısı vardır bu konuda. Dünyanın sırrını biliyorlarmış ve seninle paylaşarak lutfediyorlarmış gibi ciddi bir moda girerek bol bol akıl verirler. Bu zamana kadar hepsi doğru olsaydı, tüm bu paylaştıkları bilgilerle muhtemelen Einstein'a rakip falan olmuştum. Bunlardan başlıcaları; uyurken yağsız süt içmek, abur cuburu kesmek, bol meyve ve sebze yemek, muzu asla eve sokmamak, salatalık ve elma yemek gibi bir ton bilgi. Ama içlerinde canımı en çok yakan 'yeşil elma' olmuştur.
Yeşil elma öyle bir meyvedir ki kimse gizemini çözememiş bugüne kadar. Zayıflatır diyen de var fruktoz sonuçta şeker bu diyen de. Ama benim için yeşil elma başlı başına bir katil. Hatta seri katil çünkü onu gören bir çok kadın intahar eğilimlerinde bulunabilecek kadar çok bıkmıştır. Bende onlardan biriyim. Yaklaşık 2 yıldır küsüz kendisiyle. Çocukluğumun en güzel yılları ellerinde heba oldu. Okul arkadaşlarımın beslenmesinden süpriz yumurta çıkarken benimkinden yeşil elma çıkardı. Canım Annem! Yememek için kendimi tutsam bile bir süre sonra hiç durmayan açlığıma yeni düşer ve yerdim. Bir gün bile şeftali, armut görmedim benim emektar çantada. Ama sonuç değişmiyordu çünkü marifet elmada değil içimdeki hiç susmayan obur çocuktaydı.
Bebeklik, çocukluk derken ergen olmuştum. Yerden yüksek oyununda duvara zıplayamayan o tombik çocuk kendine gülerken yıllar sonra o duvardan düşünce gerçek dünyaya döndü ya da döndüğünü sandı. Sınfımdaki hatta okulumdaki tüm yaşıtlarımın kilosu normaldi, fazla kilosu olanlar zaten bir elin beş parmağını geçmezdi. Baya akılda kalmışlığım vardır bu yüzden. Lise yıllarında insanlar kafalarını oyundan kaldırır ve sana bakmaya başlarlar, bu dönemi biz 'Dış Görünüşte Aydınlanma' olarak nitelendirebiliriz.
Bugün genç bir bayanım ve hala o aydınlanmanın geçici körlüğünü üzerimde taşıyorum. Ama en azından geçmişi görebiliyorum ve o geçmişi anlatmaya başlamış bulundum bir kere.
Hadi hayırısı.
Not: Yazımı yazarken bayramda küslük olmaz diye düşündüm. Yeşil elmayı dilimleyip üzerine biraz tarçın serpince barıştık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder