Otel hayatını acayip seviyorum ya da tatilde olma ruh halini, emin değilim tam olarak hangisi olduğumdan ama yinede bavula tıkışmayı başka yerlere gitmeyi pek seviyorum, ondan 100 puan eminim işte. Temiz çarşaf, saatinde hazır yemekler, kalıcı olmamanın getirdiği rahatlık, sadece senin mutluluğun için düzenlenmiş alanlar, saat ve bilgisayar kullanılmayan günler.... Bu sene yapamadığım tatilin hasretinden (Doktor yasağı haziranda gelince bizim temmuz ve eylül tatilleri de doğal olarak iptal) daha önce yaptığım tatillerin fotoğraflarına sardım resmen. Kendimi uyurken banyoda arada koltukta otururken bile denizde kulaç attığımı hayal ederken yakalıyorum. Bu deniz mevzusu beni çok kötü etkiledi gerçekten, içim kurudu resmen. Sürekli kendimi hayal kurarken buluyorum. Kış çocuğu olarak deniz ve kuma olan bu düşkünlüğümü açıklayacak bir tanım var mı emin değilim. Güneş konusunda aynı şekilde tutkulu değilim hatta hayatımda belki bir belki iki kere 15 dakikadan fazla güneşlenmişimdir, genelde denizim içinde salınırken yanarım ben, hem kaslarım enerji depolar, hem ruhum arınır hem de efsane bronz yanarım. Denize veya havuza girebilen kardeşlerime bu garibandan ufak bir hatırlatma; su yani özellikle tuzlu ve mineralli su, ki bu baya baya deniz oluyor, sanıldığının aksine topraktan daha çok enerji akışı yaratır, nötralize eder ve bence bedenin yeniden doğuşuna katkı sağlar. Büyük laf etmiyorum, mantık bu yönde. Bilinçaltı rahme düştüğün anda oluşuyorsa... Bilinçaltının en sünger olduğu zamanlarda bir sıvının içerisindeydin ve ilk dünyayı orada tanımaya başladın, dokunmaya ve duymaya başladığın o zaman, en korunaklı ve en çok sen olduğun yer... Suya geri döndüğünde, biraz sakinleşip suyun kuvvetine kendini bırakıp birazda savrulduğunda bilinç nereyi anımsayacak? En çok sen olduğun zamanı.
Denizi özledim ben, doğamdan kopartılmış yabani bir bitki gibi hissediyorum kendimi, sağa sola sataşan. Ben yapamıyorum bari siz keyfini çıkartın.
Öptüm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder